15 Mart 2024
İçinde bulunduğum aracın etrafı her yaştan yüzlerce insanla çevrilmiş durumda. Kimi camlara vuruyor, kimi kapıyı açmaya çalışıyor. Kalabalığın gücünden araç türbülansa girmiş gibi sallanıyor. Aradaki emniyet güçleri de çaresiz kalmış durumda. Ekrem İmamoğlu’nun ‘ATA’ plakalı makam aracındayım. Detaylarını yarın izlenim olarak yazacağım bir günlük siyasi çalışmasını, otobüsle halkı selamlamasını, aldığı tepkileri, miting performansını izledikten sonra kısa bir söyleşi imkânı buluyorum.
Ümraniye’den Haliç Tersanesi’ne gittiğimiz yolculukta günlük konulardan çok İmamoğlu’nun siyasi zemini üzerine sorular soruyorum. Milliyetçilik, din, sosyal demokrasi… İmamoğlu daha önce yazdığı yazılarda ya da yaptığı konuşmalarda elbette bu konulara değindi. “Farklı fikirleri sentezleme kabiliyetinden” de bahsetmişti, ortak akıl ve katılımdan da… Yerel yönetimlerin demokrasi için öneminden ve toplumla kurulması gereken duygudaşlıktan da. Bu söyleşide bu konuları biraz daha açmaya çalıştım…
- İster yerel ister genel olsun iktidar, kendini 'yerli ve milli', karşısındakini de ‘bu değerlere uzak’ kişiler-partiler olarak sıralıyor. Siz daha önceki bir konuşmanızda iktidarın “Bana oy verirsen milliyetçi, vermezsen milliyetçi değilsin” tutumunu eleştirmiştiniz. Siz milliyetçiliği nasıl tarif ediyorsunuz?
Hemen hemen her yerde söylediğim bir nokta var. Ben sizinle eşitim, siz benimle eşitsiniz. Bence milliyetçiliğin en güçlü temeli, insanını eşit görmek meselesi. Konunun ana duygusu bu. İkincisi memlekete sahip çıkmak. Başta bölünmez bütünlüğüne sahip çıkmak, ama bir o kadar da toprağına, doğasına, yaşamına, bütün maneviyatına, kimseyi birbirinden üstün görmeden inançlarına sahip çıkmak. Ben kendi bakışımla milliyetçiliğin en önemli unsurlarını böyle görüyorum. Vatan olmadan milliyetçiliğin bir anlamı yok. Vatanı korumak o açıdan önemli. Bir de tabii şu mesele var. Milliyetçiliğin karşılığını vermek nasıl bir şeydir? Kalkınmayı sağlayabilmek, buna hizmet edebilmek, demokrasiye hizmet edebilmek, özgürlüğü bu toplum içerisinde sağlayabilmek meselesi. Ama bütün bu bahsettiğim kalkınma, özgürlük, demokrasi meselesini güvenlikten de ayırmadan, yani toplumun güvenlik duygusunu, güvenlik hissini de koruyarak bütün bu hususları sağlayabilme mücadelesi vermektir milliyetçilik. Milliyetçiliğe bakışta kişisel bir Ekrem İmamoğlu bakışından ziyade bir yönetici, idareci Ekrem İmamoğlu bakışıyla da onu toparlayıp, kavramı anlatma gayreti içindeyim. O bakımdan kişisel bir tariften ziyade biraz daha toplumsal tarif üzerine oturtmaya gayret ediyorum. Dediğim gibi; bir eşit vatandaşlık, eşit yurttaşlık konusudur da bu. Zaten Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçiliği de bu bana göre. Bize tarif ettiği yol. İkincisi bu toprağa, bu vatana sahip çıkma meselesi. Havasıyla, suyuyla, doğasıyla. Son olarak da o bahsettiğim demokrasi, kalkınma, özgürlük hamlelerini güvenlikle birlikte sağlayabilen bir yolculuğu tarif etme…
- Bu yolculukta dışlanan ya da dışlanmaya çalışılanlar da var. Partinizin Afyonkarahisar adayı Burcu Köksal’ın DEM Parti ile söyledikleri uzun süre tartışıldı. Siz bu konuda net bir duruş ortaya koydunuz. İstanbul’da bir büyük ittifaktan bahsediyorsunuz, Kürt seçmenle kurmaya çalıştığınız ilişki üzerinden de iktidar tarafından eleştiriliyorsunuz. Bu ne hissettiriyor size?
Üzülüyorum tabii. Çünkü yanlış bir duyguyla, yanlış bir milliyetçilik tarifiyle insanların kutuplaşmaya dönük bir sürecin parçası olması isteniyor. Bu sağlanıyor da ve bu çok kötü, çok tehlikeli bir şey. Şu anda belki de Türkiye'deki en tehlikeli noktalardan birisi. Murat Bey ben kendi özüme, Türklüğüme hayranım yani kendi dilime çok tutkuluyum. Tarihime tutkuluyum. Orta Asya’ya kadar ben nasıl bir etnik kökenin parçasıyım diye baktığımda hayranlıkla bakarım. Diline de öyle bakarım, sözüne de şarkısına da yaşam biçimine de âşığım diyebilirim. Yani geçmişinden bugüne Alpaslan’dan Fatih Sultan Mehmet’e, Kanuni’ye bütün tarihî akış içerisinde hayranlıkla okuduğum, takip ettiğim bir sürecin ferdi olduğumun bilincindeyim. Ama bir o kadar da bu topraklarda yaşayan her insanın duygusuna da hayranlık duyarım. Yani her etnik kökenden insanın da diline, tavrına, durumuna, duruşuna, kültürüne de hayranlık duyarım. Zaten Türkler tarih boyunca ayrıştırarak büyümemiş, bütünleştirerek büyümüş. Selçuklu döneminde de aynısı olmuş, Osmanlı döneminde de aynısı olmuş. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de aynısı olmuş. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken Mustafa Kemal Atatürk de aslında özünde öyle bir başlangıç yapmış. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesi Türk diye tariflemiş. Bu manada ben meseleyi çok net ifade ediyorum. Şu anda 86 milyon insanımız var ve bu 86 milyon insanımız bu milletin bir parçası. Bir kişi ne bir dirhem az ne bir dirhem fazla. Bu manada insanına suçlayıcı, hatta o kadar ileri gidiliyor ki vatan haini, terörist diyecek kadar ileri giden her türlü tutum ve tavra elbette ki karşıyım. Kaldı ki dönem dönem biz bile buna maruz kalıyoruz. Yani sadece bir Kürt vatandaşımız için geçerli olan bir şey değil. Kendisine oy vermeyeni terörist ilan eden bir anlayışla karşı karşıyayız. Ama bu millet buna cevap verecektir. Bu milletin birlikte verdiği çok ciddi sınav vardır. Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı, kurtuluş mücadelesi, devletin kuruluş mücadelesi. Yani Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, 1920’de toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi birlikte verilen büyük mücadeleler vardır. Milletin şu anda da bu ayrışmayı kutuplaşmayı kendine siyasal strateji gören insanlara ciddi bir cevap vereceğini düşünüyorum.
- Bu arada siz Kürtçe öğreniyorsunuz değil mi?
Yani öğreniyorum demeyeyim, birkaç kelimeyi aklımda tutmaya çalışıyorum. Ama elbette Kürtçe bilen çalışma arkadaşlarım var. Özellikle saha gezilerimde mutlaka onlar yanımda oluyor. Bazen hiç Türkçe bilmeyen Kürt vatandaşlarımızla karşılaşıyoruz. Özellikle kadınlarda daha çok oluyor ya da yaşı oldukça yukarıda olan Kürt vatandaşlarımız da oluyor. Onların da duygularını anlamak istiyorum açıkçası. Ve gerçekten kendime sordum ben niye hiç Kürtçe bilmiyorum? En azından merhaba diyecek kadar, bir nasılsın diyecek kadar onun halini hatırını soracak kadar. Bunu açıkçası öğrenmeyi de kendime sorumluluk olarak kabul ediyorum.
- YouTube’da bir videoda Sultanahmet’te başörtülü bir hanımefendinin size "Bize önyargılı yaklaşmadığınız için çok mutluyuz" diye bir cümle kurduğunu gördüm. Siz de "Kime baksam benim yuvamda bir karşılığı var" dediniz. Sizin muhafazakârlık ve dinle ilgili kişisel hayatınızda ve siyasi hayatınızda durduğunuz nokta neresi?
Kişisel yaşamımda ben kendimi dindar olarak kabul ederim. Yani inancına bağlı, inançla huzur bulan, inancıyla insanlara iyi bakmayı seven bir insan olarak bilirim. Çünkü ben Allah sevgisini de Allah korkusunu da bilen bir insanım. Allah sevgisini, yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmenin bir girişi gibi bilirim. Allah'ı, Yaradan’ı, yüce Allah'ı seven bir insan yarattığı kulları da sever. Aslında bu aynı zamanda az önce söylediğim demokrasi gibidir. Demokrasinin de özü insanı sevmektir. İnsanı birbirinden ayırmamak eşit görmenin temelidir. Onun için inancımı bu duygularla birleştiririm. Yoksa ikisi birbirinden ayrı şeyler değil zaten. Yaradan’ı sevmek, onun yarattığı insanı sevmek, doğayı sevmek, yaşamı sevmek, yaşadığın ortamı sevmek, onu korumak meselesi. Allah korkusu aslında insanın kendine kural koyması gibi bir şey. Özellikle yaptığım görev üzerinden söyleyeceğim. Kul hakkı yememek, milletin hakkını korumak ve insanların bize teslim ettiği hazinesine, parasına, milletin parasına sıkıntı vermemek. Ona uygun davranmak, onun hakkını vermek noktasında davranışları sağlayan bir korku temeli o. Yani bu tam korku da demek doğru mudur emin değilim ama Allah sevgisi, Allah korkusu dediğimde benim aklıma bu geliyor. Aslında Allah sevgisiyle yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmeyi demokrasiyle, Allah korkusunu da kul hakkı yememeyi Cumhuriyet'le birleştiriyorum. Yani kimsesizlerin kimsesi olan Cmhuriyet'in temelinde aslında oradaki o kural koyucu mekanizmanın var olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla da dindarım ama şunu da söyleyeyim. İnanç benim için aynı zamanda şöyle bir şey. Çok kişisel bir şey. Yani insanın Yaratan’la arasına kimse girmez. Benim Kur'an-ı Kerim’den, yüce Kur'an’dan öğrendiğim ya da aldığım dinî eğitimden öğrendiğim şey, kimsenin inancını ölçemezsin kimse de senin inancını ölçemez. Kimse Yaradan’la olan ilişkine dahil olamaz, araya giremez. Kimse ölümlü dünyada sevabını, günahını ölçemez. Yani buradaki affedici de yüce Allah'tır, ceza veren de yüce Allah'tır. Benim bakışım bu. O bakımdan birilerinin inancı kullanarak inanç üzerinden çıkar sağlama, inanç üzerinden siyasi menfaat elde etme gibi girişimlerine karşı da açık söyleyeyim tedbirli bir insanım ve bunu asla kendi inancımla, İslam’la, Müslümanlıkla da bağdaştırmayan birisiyim.
- CHP'nin tarihinde siyasi yön açısından kritik dönemeçler oldu. 'Ortanın solu' tarifi yapıldı ve onun üzerinden CHP bir yere doğru gitti. Şimdi de partide yeni arayışlar var. Bu arayışta CHP'yi, sizin hayal ettiğiniz CHP'yi nereye doğru konumluyorsunuz? Merkez mi, ortanın solu mu neresi?
Türkiye'de sol ve sosyal demokrasinin sorgulandığı ya da önyargıyla yaklaşıldığı hatlar var. Örneğin sosyal demokrasinin, sol görüşün, sanki sermaye karşıtlığı vardır ya da işte kalkınma hamlelerinde ticarette, ekonomideki tutumlarıyla başarılı olmadığı yönünde bakış açıları vardır ki ben buna katılmıyorum. Siyasette düşünceleri bir konumlandırma ya da simgeleştirme ya da bir tarifle bir alana sıkıştırmayı çok seven birisi değilim. Ben meseleye biraz şöyle bakıyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve milletinin bizlerden bir beklentisi var. Bir kere uzun yıllardır Türkiye ekonomik anlamda çok büyük hayal kırıklıkları yaşadı. Ve umutlu bir geleceği yeni nesillere uzun süredir veremedi. Her zaman bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Dolayısıyla mesele sadece tek başına ekonomi değil. Mesele tek başına adalet de değil. Mesele tek başına demokrasi de değil. Hepsi bir aradayken çok güçlü bir ülkenin var olacağı gerçekliği ortada. Tabii bu ülkenin başka sorunları da var. Birtakım problemleri Türkiye uzun vadedir konuşuyor. İşte Kürt sorunu konuşuluyor, başka problemler konuşuluyor. Bütün bu meselelerin de çözüme kavuşacağı, bir ortak akıl mekanizmasının da işletilebileceği, şeffaflığın, kamu terbiyesinin, milletin parasını millete vermenin ve bunun hesabının verilmesinin gerçekleşeceği bir düzen. Türkiye'de özellikle son dönemin getirdiği anlayışla iktidar olma, mülkün sahibi olma gibi bir anlayışa doğru evrildi. Hâlbuki bir görev yaptığının bilincinde, siyasetin ve siyasilerin görev yapmanın karşılığını vermeleri gerektiği yerine halka dönüp bir partizanlık üzerinden yol yürüyüşünün hâkim olduğu bir anlayış tehdidiyle karşı karşıyayız. İşte bütün bunları düzelten, çoklu meselelere çözüm bulan bir siyaset anlayışı. Ve bunun mümkün olduğunu düşünüyorum. Ülkenin buna yetecek kaynağı olduğunu düşünüyorum. Kaynak deyince illâ madenler, petrol değil, insan kaynağı. Dinamik bir gençliğinin, yaratıcı bir gençliğinin olduğunu biliyorum, görüyorum, yaşıyorum bunu. Bu bağlamda bütün bu meseleleri ele alan güçlü bir gelecek tahayyülü, güçlü bir demokrasi tahayyülü, aynı zamanda güçlü bir ekonomik gelişme, kalkınma tahayyülü, hatta bir ekonomik sıçramanın mümkün olduğu bir sürecin tariflenebileceğini görüyorum. Buna çok umutla bakıyorum.
- Mayıs seçimleri sonrası CHP içinde değişimle ilgili ilk çıkışı siz yaptınız. Sadece kadro değil vizyon değişiminden de bahsettiniz. Bugün gelinen noktada, İstanbul deneyiminizi de katarak bu değişim vizyonunun geri dönüşlerini alanda görüyor musunuz? Yani CHP'nin değişim adıyla attığı adımların bir karşılık bulduğunu görüyor musunuz?
Biz şu anda hâlâ 2023’ün kaybedilen seçiminin şokunu yaşayan ya da o seçimin kaybedilmesinden ötürü bizleri kusurlu bulan ve bu anlamda sandığa, siyasete hatta değişimin ülke anlamında olacağına olan güvenini yitirmiş bir kesimle karşı karşıyayız. Bunu tamamen sıfırlayabilmiş değiliz. Ama çok yol aldığımızı düşünüyorum. Yani 2023 Mayıs seçiminden sonra özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki değişimle birlikte tümden umudunu yitirmiş ve tepkisi yüksek dozda olan insanlarla ilgili açıkçası büyük kısmını ikna ettiğimizi, tekrar bu inancın yakalandığını görüyorum. Ama bu tabii bir sonuç değil. Yani şu anda işte biz seçimden sonra parti içinde bir değişim yaşadık ve artık bir sonucu yaşıyoruz asla değil. Yolun çok başındayız. Yapacağımız çok önemli şeyler var. Tabii birinci ve çok önemli aşaması ki Genel Başkanımız da bunu dile getiriyor, bu seçimde Cumhuriyet Halk Partisi olarak başarılı olmak. Bu başarı tabii değişim motivasyonunu daha yukarıya taşıyacak. Elbette bu bir sürece ihtiyaç duyuyor. Yerel seçimden sonra en önemli değişimi yakalayacağımız yer ise kazandığımız takdirde ki kazanacağımıza inanıyorum, yerel yönetimdeki yönetim modelimize katacağımız artılar ve bizi açıkçası açık pozisyona düşüren hangi duruş veya hamleler varsa onları terk etme. Yenilikçi yeni nesil bir yerel yönetim, yeni nesil bir siyaset, yeni nesil bir parti yönetim anlayışı, üyelik anlayışı. Bu tabii somut olarak şöyledir böyledir demek çok doğru değil, ama tabii o kurultay sürecinde partimizin, genel başkanımızın açıkladığı bir tutum belgesi var. Ama bunun üzerine konacak çok şey var. Burada da sadece partinin kendi içindeki dinamik yapının değil, aynı zamanda toplumsal bir katılımla daha güçlü bir değişim modelini Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu süreçte ortaya koyacağını düşünüyorum. Daha başlangıçtayız.
- Seçimlere az bir süre kala videolar-para sayma görüntüleri ortaya çıktı. Sayılan paraların 2019’da CHP il binasının alınması için bir avukatlık bürosunda olduğu söylenmeden önce sizin kurultay öncesi delegelere dağıttınız söylentileri yayıldı. Son 15 gün yeni iddialar, videolar, söylentiler bekliyor musunuz?
Her şey söylenebilir, beni hiçbir şey şaşırtmaz. Neticede bir önceki seçimde de buna benzer şeyler söylendi. Terörist de dendi, Rum da dendi. İnsanların etnik kökeni üzerinden konuşmak, yani Rum demek aşağılanmak anlamına gelmiyor tabii. Rum Rum’dur, Türk Türk’tür. Herkes de önemlidir ve herkes kendine göre kutsaldır ve ben de o kutsala saygı duyarım. Bunu bile kullanmaya çalıştılar. O bakımdan kalan 15 günde de her şeyi söylerler, söyleyebilirler, yapabilirler ama bizim hiçbir şeyden endişemiz yok. Hesabını veremeyeceğimiz bir işimiz de yok. Bizim beş yıl boyunca gerçekten değerli bir süreç yönettiğimizi düşünüyorum. Düşünsenize bula bula dört yıl önceki bir görüntü üzerinden bize müdahale etme gayreti içerisinde oldular. Söylenmeyen bir kelime üzerinden seçim yasağı koyabilecek bir düzeyde, hapis kararını siyasi baskıyla aldırtabilen bir yapı. Bu kadar net konuşuyorum, çünkü bir mahkemeyi eğer karar almak üzereyken birkaç ay kala tüm heyetiyle değiştiriyorsanız bunun başka bir karşılığı olamaz. Böylesi hamleleri yapan bir iktidarın her şeyi yapma ihtimali vardır. Ama iddiayla söylüyorum. Ekrem İmamoğlu’nun üzerine bir toz zerresi kadar bu işler yapışmaz. Bu millet karşılığını verir. Aynen 2019’da 23 Haziran’da verdiği gibi… Hatta verdiği gibi demeyeceğim, ondan daha da fazla verir.
- Partinin bir önceki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile seçim sürecinde sizinle beraber alanda olması, beraber çalışma öyle bir plan, proje var mı?
Şu anda bana ulaşan bir programı yok. Ama geçenlerde İstanbul'a gelerek hâl esnafı ziyareti olduğunu gördüm paylaşımlarından ve basına düştüğü kadarıyla. Dolayısıyla bu tür çalışmaları olabileceğini düşünüyorum basın önünde olmasa da. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Cumhuriyet Halk Partisi'nin çok önemli bir döneminde genel başkanlık yapmış, değerli başarılara da imza atmış, benim de her zaman minnet ve saygı duygularımın olduğu ve olacağı bir insandır. Birlikte yapalım, birlikte bir süreç planlayalım derse elbette başımızın üzerinde yeri vardır. Ama şu ana kadar bana İstanbul’la ilgili bir program yapacağına dair bilgi ulaşmadı kendisinden.
- Konuşmalarınızda rakibiniz Murat Kurum’u çok daha az anıyorsunuz, daha çok Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı muhatap alıyorsunuz. Gerçek rakibi siz Erdoğan olarak mı görüyorsunuz?
Rakip diye kavramlandırmak doğru değil. Yani yaşadığımız sorunların, yaşadığımız İstanbul'a dair problemlerin ana kaynağı ve ana konusunun sayın Cumhurbaşkanı olduğunu düşünüyorum. Yani İstanbul'a dayatılan Kanal İstanbul’un sahibinin sayın Cumhurbaşkanı olduğunu düşünüyorum. Cumhurbaşkanlığı yatırım planına hayati bir kısım projelerimizin alınmamasının sebebini sayın Cumhurbaşkanı olarak görüyorum. Milletini cezalandırıyor. Ve bunun gibi birçok şeyi daha sıralayabilirim. Dolayısıyla usul ve üslubunu kendisine hatırlatmayı ve milletimizin de bunu görmesini, daha iyi idrak etmesini sağlamayı sorumluluk olarak görüyorum. Türkiye Cumhuriyeti demokrasisi adına, İstanbul'a hizmet etmenin gerekliliği adına, kendisinin ihtiyacı adına bunu sorumluluk olarak görüyorum ve yapıyorum, yapmaktan da hiç geri durmadım durmam da. Çünkü bu tavır ve davranış milletimize zarar veren bir davranış. Bir de onun dışında tabii benim ona laf yetiştirmem değil kendilerinin bana yetiştirdiği laflar, zat ya da zevat diyerek, tarifleyerek kurduğu cümlelere verilen cevaplardır.
- Alanda yaptığınız konuşmalarda ana konuyu yoksulluk olarak tarif ediyorsunuz...
Murat Bey şöyle bir durum var. Kesinlikle yoksulluk ana konu. Milletin zihnine şunu yerleştirdi hükümet. İmamoğlu gelecek, yardımlarınızı kesecek dedi. Hatta hatırlayın, “İmamoğlu gelecek, PKK’lılara gidecek” dedi parası İBB’nin filan. Dolayısıyla İstanbullunun parası İstanbullulara gider. 650 bin anne bu şehrin güzel anneleri, etnik kökeni, kimliği hangi siyasi partiye ait olduğuna bakmaksızın 100 bin üniversite genci ki biz şu ana 300 bine yakın üniversite öğrencisine burs verdik. Önümüzdeki yıl burs parası 15 bin TL’ye çıkıyor. Dolayısıyla artık milyonlarca insana, 600 binin üzerinde haneye sürekli destek veriyoruz. Bu tabii, hep söylüyorum gurur duyulacak bir şey değil. Ülkenin yoksulluğuyla gurur duymuyoruz ama yoksul ve ihtiyacı olan insanlarımızı, darda olan insanlarımızı kimsesiz bırakmama anlamında görevimizi yapmanın da onurunu yaşıyoruz. Bu bağlamda büyük bir sorumluluk üstlendik, bunu hakkıyla yerine getirdik, bununla büyük mutluluk duyuyorum. Bunun da vatandaşa dönük şöyle bir karşılığı oldu. Evet bak Cumhuriyet Halk Partili bir belediye, bir belediye başkanı yardımları kesmek yerine beş katına, altı katına çıkardı. Üstelik bunu daha önce hiç duymadığım usul ve üslupla yaptı. Bir Allah'ın kulu diyemez ki Ekrem İmamoğlu’nun bir elemanı kapımızı çaldı, oy verirsen seni bu yardıma dahil ederiz ya da partiye üye olursan şu olur bu olur. Bu söylemlerin geçmiş dönemlerde AK Parti iktidarında ne kadar yoğun konuşulduğunu, duyulduğunu, yaşandığını hepimiz biliyoruz. Bu bağlamda yoksulluk ana çalışma sahamız oldu, olmaya devam edecek.
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |
2024’ün ilk üç ayını başarılı geçirip birinci parti olan ana muhalefet; son üç ayda iktidara, Bahçeli’ye, Erdoğan’a kaptırdığı söz, gündem belirleme gücünü yeniden ele alabilecek mi?
Türkiye’nin durumunu dünyanın genelindeki ‘beyin çürümesini de kapsayan’ kalabalık içindeki yalnızlık olarak düşünebiliriz. Bu durumdan çıkışın yolu ortak değerler, acılar, mutlukları elbette demokrasi ve hukukun içinde yeniden anlamlandırmadan geçiyor
Suriye’de oluşan yeni rejimin riskleri, oluşabilecek sıkıntıların faturasının Türkiye’ye yazılması ihtimâli olsa da şu an itibarıyla Erdoğan, Fidan ve Kalın dünyadaki pek çok ülkenin de Suriye’deki gelişmeler konusunda referans aldığı-ciddiye aldığı en önemli üç isim
© Tüm hakları saklıdır.